Türkiye’de sosyalist hareketlerin ve Kürt hareketinin tarihinde, anti-emperyalist duruş her zaman belirgin bir yer tutmuştur. Özellikle “Kahrolsun Amerika” ve “Kahrolsun emperyalizm” sloganları bu hareketlerin en temel söylemleri arasında yer alır. ABD’nin dünya genelinde, özellikle de Ortadoğu’da izlediği politikalar, bu sloganların kaynağıdır. Amerika’nın askeri müdahaleleri, ekonomik baskıları ve siyasi manipülasyonları, Türkiye’deki sol ve Kürt hareketlerinde her zaman güçlü bir karşı duruşa neden olmuştur. Ancak ne hikmetse, bu söylemlere rağmen belirli kritik zamanlarda bu hareketler “Yardım et Amerika” noktasına gelmek zorunda kalabiliyor. Bu çelişki dikkat çekici olduğu kadar, pek çok boyutuyla analiz edilmesi gereken bir durum.
Bu tür bir dönüşümün sebepleri, bir yandan pratik zorunluluklarla açıklanabilirken, diğer yandan bu hareketlerin stratejik ve ideolojik ikilemlerini de ortaya koyar. Küresel siyasetin karmaşıklığı, bazen en güçlü anti-emperyalist hareketleri bile pragmatik adımlar atmaya zorlayabiliyor. Özellikle de yerelde yeterli güç kaynağı olmadığında, küresel güçlerin desteği bir kurtarıcı olarak görülebiliyor. Ancak bu, ciddi bir çelişkiyi de beraberinde getiriyor: Hem emperyalizme karşı savaş açmak, hem de onunla işbirliği yapmak zorunda kalmak. Bu durum, aslında bu hareketlerin kendi içindeki dinamikleri ve dış politikadaki manevra alanlarının sınırlılığıyla doğrudan ilişkilidir.
Özellikle Kürt hareketi açısından bu duruma bakacak olursak, Amerika’nın Ortadoğu politikalarına karşı uzun süredir süregelen bir tepki bulunmakta. ABD’nin özellikle Irak ve Suriye’deki askeri müdahaleleri, Kürt halkı üzerinde ciddi yıkıcı etkiler bırakmış, yerel dengeleri sarsmış ve bölgede büyük bir güç boşluğu yaratmıştır. Ancak bu güç boşluğu, Kürt hareketinin kendisine bir fırsat penceresi açması için de bir alan yaratmıştır. Özellikle Suriye’nin kuzeyinde, IŞİD’e karşı verilen savaşta ABD’nin hava desteği ve askeri yardımları Kürt güçleri için kritik bir rol oynadı. Her ne kadar Kürt hareketi, kendi içinde anti-emperyalist bir söylemi benimsemiş olsa da, bölgede güç kazanmak adına Amerika’nın desteğini almak pragmatik bir tercih haline geldi. Bu da “kahrolsun Amerika” diye slogan atan hareketin, stratejik bir zorunlulukla “yardım et Amerika” pozisyonuna nasıl evrildiğini gözler önüne seriyor.
Bu çelişkinin sadece Kürt hareketiyle sınırlı olmadığını görüyoruz. Türkiye’deki sol ve sosyalist hareketler de uzun yıllar boyunca Amerika’nın dünya üzerindeki hegemonyasına ve kapitalist sistemin dayatmalarına karşı güçlü bir duruş sergilemiştir. Özellikle Soğuk Savaş döneminde, Amerika’nın Türkiye üzerinde kurduğu askeri ve siyasi baskı, sosyalist hareketlerin Amerikan karşıtı söylemlerini güçlendirmiştir. Ancak zamanla bu hareketlerin de belirli noktalarda Batı’dan, hatta Amerika’dan gelen yardımlara ihtiyaç duyması, ciddi bir çelişki yaratmıştır. Sosyalist hareketler, bir yandan kapitalizme ve emperyalizme karşı duruş sergilerken, diğer yandan uluslararası platformda Batı’nın desteğini alarak güçlenmeye çalıştılar. Özellikle insan hakları, özgürlükler veya hukukun üstünlüğü gibi konularda ABD’nin desteği talep edilebilir hale geldi. Bu durum, ideolojik olarak bir tutarsızlık oluşturmakla birlikte, Türkiye’deki sosyalist hareketlerin uluslararası arenada daha görünür olabilmek adına yaptığı pragmatik bir hamle olarak görülebilir.
Bu tür stratejik hamlelerin en büyük sebebi, dünya siyasetinin giderek daha karmaşık hale gelmesi ve yerel güçlerin kendi başına ayakta kalmasının zorlaşmasıdır. Globalleşen bir dünyada, dış yardım almadan güçlenmek oldukça zor. Sosyalist hareketlerin ya da Kürt hareketinin zaman zaman Amerika’dan ya da Batı’dan destek istemesi, güç dengesizliğinin bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Bu hareketler, yerel düzeyde güçlü bir ekonomik ya da askeri destek alamadıklarında, dış desteğe başvurmak zorunda kalıyorlar. Ancak bu, ideolojik olarak büyük bir çelişki yaratıyor. Anti-emperyalist bir duruş sergilerken emperyalist bir güçten yardım istemek, bu hareketlerin inandırıcılığına zarar verebiliyor.
Bu çelişkinin daha derin bir boyutu ise, kapitalizmin küresel hâkimiyetinin neredeyse kaçınılmaz bir gerçeklik haline gelmiş olmasıdır. Küresel ekonomik sistemin merkezinde yer alan Amerika, birçok ülkenin ekonomik ve siyasi kaderini belirliyor. Sosyalist hareketler de, Kürt hareketi de bu küresel güç dengeleri içinde yer alıyor. Kapitalist düzenin sunduğu imkânları tamamen reddetmek, bu hareketlerin uluslararası arenada izole olmasına neden olabilir. Bu nedenle, anti-emperyalist söylemlere rağmen Batı ile işbirliği yapmak, bazen bir zorunluluk olarak ortaya çıkıyor. Bu da, hem sosyalist hem de Kürt hareketlerinin sürekli bir stratejik denge kurma arayışında olduğunu gösteriyor.
Sonuç olarak, Türkiye’deki sosyalist hareketlerin ve Kürt hareketinin bir yandan Amerika ve emperyalizme karşı duruş sergileyip diğer yandan ihtiyaç duyduklarında yardım istemeleri, küresel siyasetin ve bölgesel dengelerin karmaşıklığından kaynaklanıyor. Bu tür çelişkiler, sadece bu hareketlerle sınırlı değil, dünya genelinde birçok devrimci ve direniş hareketinde karşımıza çıkabiliyor. İdeallerle gerçeklik arasındaki bu gerilim, hareketlerin stratejik zorunluluklar nedeniyle pragmatist adımlar atmalarına yol açıyor. Ancak bu pragmatizm, hareketlerin inandırıcılığı ve ideolojik bütünlüğü açısından ciddi sorunlar yaratabilir. Ne kadar anti-emperyalist bir söyleme sahip olunursa olunsun, dünyadaki güç dengeleri bu hareketleri bazen zıt kutuplara yönlendirebilir.
Yusuf Boyraz