Blog

  • Home
  • Makaleler
431540470_122113224458244914_891

İNSANOĞLU ÖLDÜKTEN SONRA NEDEN “ÇÖP” OLUR?

Hayat, herkes için farklı bir anlam taşır. Kimi büyük işler başarmaya çalışır, kimi ise anı yaşamaya odaklanır. Ama hepimizin ortak bir noktası var: Ölüm. Bir gün hepimiz öleceğiz ve bu gerçek, yaşamımızın merkezine yerleşmiş bir sır gibidir. Ölüm kaçınılmazdır, ama asıl soru şudur: Öldükten sonra ne olur? Bedenimiz neye dönüşür, anlamı ne olur?

Biyolojik olarak bakarsak, ölüm bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Çünkü beden doğanın bir parçası haline gelir, çürür ve sonunda toprağa karışır. İnsanoğlu bir zamanlar içinde yaşadığı bedeni geride bırakır. İşlevini yitirmiş bu beden, zamanla çürüyüp bozulmaya başlar ve artık doğaya yük olmaktan başka bir şey değildir. İşte bu yüzden ölü beden “çöp” olarak algılanır. Hayat boyunca taşıdığı ruh ve bilinç kaybolduğunda, geriye kalan sadece çürüyen bir et parçasıdır.

Bu yüzden belki de Yusuf Boyraz, “neden vaziyetini çöpçüler gömsün diye bırakır?” derken, ölüm sonrası bedenin anlamsızlaşmasını, gereksizleşmesini anlatmaya çalışır. Çöpçüler, işlevini yitiren, artık bir amacı kalmamış olan her şeyi toplar ve gömer. Boyraz’ın bakış açısıyla, ölen beden de aynı şekilde bir anlamını kaybeder, çöp olur ve toprakla buluşur. Beden artık kullanışsız bir araç haline geldiğinde, gömülmeyi bile bir formalite olarak görmek mümkündür. Sonuçta, bizler yaşamda ne kadar önemli işler yaparsak yapalım, bir noktada bedenimiz de işlevsiz hale gelir, tıpkı bir çöp yığını gibi.

Bu bakış açısı aslında çok derin bir felsefi sorgulamayı beraberinde getirir. Hayatımız boyunca anlam peşinde koşarken, öldüğümüzde geriye sadece bir bedenin kalması, çürümeye terk edilmemiz ne anlama gelir? Yaşamın tüm bu karmaşıklığı, sonunda basit bir çöpe mi dönüşür? Yoksa bu çürüme, yeni bir başlangıcın habercisi midir?

Yaşamın ne kadar kısa ve geçici olduğunu hepimiz bir noktada fark ederiz. Ne kadar uzun süre yaşamayı planlasak da, hayat bir göz açıp kapayıncaya kadar geçip gider. Peki bu geçiciliğin anlamı nedir? Felsefi açıdan bakıldığında, ölümün varoluşun bir parçası olduğu sık sık vurgulanır. Martin Heidegger, insanın yaşamı boyunca “ölümle var olan” bir varlık olduğunu savunur. Ona göre, ölüm insanın varoluşunu anlamlandıran bir kavramdır. Ölüm, hayatın kendisini değerli kılan bir sınırdır. Yaşam sona erdiğinde geriye ne kalır? Bedensel varlığımız son bulduğunda, anlamı yitirir miyiz?

Bir başka felsefi bakış açısı ise Jean-Paul Sartre’ın varoluşçuluğunda ortaya çıkar. Sartre, insanların kendi varlıklarını anlamlandırmak zorunda olduklarını söyler. Ancak ölüm, bu anlamı tamamen ortadan kaldıran bir olgudur. Yaşam boyunca anlam peşinde koşarız, ama ölüm geldiğinde geriye kalan sadece çürüyen bir beden olur. İşte bu yüzden belki de öldükten sonra “çöp” oluruz. Çünkü o varoluş çabası, ölümle birlikte sona erer. Yaşayan bedenin içinde bir anlam vardı; o bedenin dünyada bir yeri, bir amacı vardı. Ama ölümle birlikte her şey anlamını yitirir.

Yusuf Boyraz’ın “vaziyetini çöpçüler gömsün” sözü de bu felsefi görüşle paralellik gösterir. Çünkü bedenimiz işlevini yitirdiğinde, varlığımız da anlamını kaybeder. Çöpçüler, artık kullanılmayan, işe yaramayan her şeyi toplar ve geriye kalanı doğaya bırakır. Aynı şekilde, ölüm de insanın artık işlevsiz hale geldiği, doğaya geri döndüğü noktadır. Çöp olmak, varoluşun sona erdiği bir hali simgeler.

İnsan, yaşam boyunca ne kadar büyük işler yaparsa yapsın, ölümle birlikte her şey son bulur. İşte bu yüzden ölüm korkutucudur. Yaşamın tüm anlamı, son noktada, çürüyen bir bedenin geriye kalmasıyla yüzleşir. Yaşam geçici, beden ise ölümle birlikte yok olmayı bekleyen bir “çöp” haline gelir.

Yusuf Boyraz

Merhaba dostlar, ben Yusuf Boyraz. Bugün sizlerle, hayatımın en karanlık dönemlerinden birini; 1300 gün boyunca askeri cezaevlerinde yaşadığım ağır işkenceleri ve zulme karşı başlattığımız direnişin destanını paylaşmak istiyorum. Siyasete adım attığım ilk günden itibaren sayısız zorlukla karşılaştım ve siyasi faaliyetlerim nedeniyle 8 yıl boyunca cezaevinde kaldım. Özgürlüğüme kavuşur kavuşmaz askere alındım, ancak siyasi geçmişim nedeniyle kendimi askeri bir cezaevinde buldum. Burada, tam 1300 gün süren bitmek bilmeyen bir işkence dönemi başladı. Askeri cezaevindeki her gün, bir öncekinin acı dolu bir tekrarıydı. İşkence, baskı ve psikolojik savaş; her an peşimizi bırakmayan karanlık bir gölge gibiydi. İşkence yöntemleri insanlık dışıydı, dayanma sınırlarımızı zorlayan bir vahşet sergileniyordu. Her gün 17 saat boyunca başımız eğik bir şekilde ayakta beklemeye zorlanıyorduk; en ufak bir hareket bile, acımasız bir işkence sebebi olabiliyordu. Yemek saatlerinde, yiyeceklerimize bile bakmamıza izin verilmiyor, gözlerimiz yukarıda, havaya bakarak yemek zorundaydık. Bu, yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda derin bir psikolojik işkenceydi. Gardiyanların acımasız tavırları ve insanlık dışı muameleleri, cezaevi yaşamımızın bir parçası olmuştu. Günde yalnızca bir dal sigara içme iznimiz vardı ve bu bile gardiyanın insafına kalmıştı. Bu küçük anlar, cehennem hayatımızdaki tek kaçış noktasıydı. Kapının altından sürüklenerek yapılan işkenceler, en derin yaralarımızı açan yöntemlerdendi; hissettiğimiz acıyı tarif etmek imkansızdı. Bu ağır koşullar altında sadece hayatta kalmak değil, aynı zamanda direnmek de zorundaydık. Cezaevinde birlikte olduğumuz arkadaşlarla, gizlice bir isyan planı yapmaya başladık. Bu, sadece işkencecilerimize değil, aynı zamanda zulme karşı insanlığın onurunu savunma adına bir başkaldırıydı. Aylarca süren hazırlıkların ardından isyanı başlattık. İsyan, cezaevi yönetimini ve askerleri şoke etti; birçok arkadaşımız bu süreçte ağır yaralandı. Ancak bu direniş, zalimlere karşı dimdik duruşumuzun bir göstergesiydi. 1300 gün sonunda, işkenceler ve baskılar sona erdiğinde, bedenim yaralarla doluydu ama ruhum, inancım ve umudum her zamankinden daha güçlüydü. Bu süreç bana, özgürlüğün değerini ve insanın en karanlık anlarda bile umut etmeyi bırakmaması gerektiğini öğretti. “1300 Gün” adlı kitabımda, yaşadığım bu zorlu süreci tüm detaylarıyla anlattım. Bu kitap, sadece benim değil, aynı zamanda zulme karşı direnen tüm cesur insanların hikayesidir. Hayatın ne kadar zorlayıcı olabileceğini ve bu zorluklara karşı nasıl direnebileceğimizi anlatan bir rehber niteliğindedir. Umarım bu hikaye, sizlere de güç verir ve karşılaştığınız zorluklar karşısında asla pes etmemeniz gerektiğini hatırlatır. Sosyal Medya ve İletişim: Daha fazla içerik ve güncel paylaşımlar için beni sosyal medya hesaplarımdan takip edebilir ve abone olabilirsiniz. Destekleriniz benim için çok değerli! Web Sitesi: www.ybyayinlari.com Facebook: ybyayinlaritv Facebook: 1300gun Instagram: ybyayinlari X (Twitter): ybyayinlari WhatsApp: +41 76 546 34 35 Kanalıma Abone Olmayı Unutmayın! Videoları beğenmeyi, yorum yapmayı ve kanalıma abone olmayı unutmayın. Zorluklar karşısında direnç gösteren herkesle bu hikayeyi paylaşmak için desteğiniz çok önemli. Yeni videolardan haberdar olmak için bildirim zilini açmayı unutmayın!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir