Blog

cropped-Adsiz-tasarim-4-1.png

Sosyal medya, son yıllarda adeta bir savaş meydanına dönüşmüş durumda. Siyasetçilerden gençlere kadar birçok insan, sabah akşam nefret dolu söylemlerle birbirine saldırıyor, düşmanlık tohumları ekiyor. Öyle ki, herkesin savaş çığırtkanlığı yaparak savaşa hazırlandığını düşünebilirsiniz. Ancak ne ilginçtir ki, 1 Eylül Dünya Barış Günü geldiğinde bu insanlar bir anda barış yanlısı oluveriyorlar. Bu kadar yüzsüzlük gerçekten inanılmaz!

Sabah akşam savaş naraları atan siyasiler, Dünya Barış Günü’nde “Barış hemen şimdi!” diye mesajlar paylaşmaya başlıyorlar. Ancak bu insanlar her gün sosyal medyada toplumu kutuplaştıran, öfke ve nefretle dolu söylemlerle insanları birbirine düşüren aynı kişiler değil mi? Nasıl oluyor da bir günlüğüne bile olsa barış temennisi dilemekten utanmıyorlar?

Cevabı basit: Barışı sadece kendi çıkarlarına hizmet eden bir araç olarak görüyorlar.

1 Eylül’de sosyal medyada paylaşılan barış mesajları ne kadar da yüzeysel ve samimiyetsiz! Bu mesajlar, gerçek bir barış arzusunu değil, sadece toplumun gözünü boyamayı amaçlıyor. Savaş söylemlerinden ve nefret dolu nutuklardan kazanç sağlayan bu çevreler, barış günü gelince barış yanlısı görünerek vicdanlarını rahatlatmaya çalışıyorlar.

Gençler de bu tutarsızlıktan payını alıyor. Bir yandan sosyal medyada kavga ve şiddet diliyle paylaşımlar yapıyor, diğer yandan barış gününde “Dünya Barış Günü kutlu olsun!” diye mesajlar paylaşıyorlar. Şiddeti ve saldırganlığı yücelten bu gençler, barış günü geldiğinde adeta melek kesiliyor. Ama gerçekte barışın ne olduğunu, nasıl sağlanacağını bile bilmiyorlar; sadece gördüklerini tekrar ediyorlar.

1 Eylül Dünya Barış Günü’nde yapılan bu temenni ve dileklerin çoğu aslında içi boş söylemler. Barışı savunur gibi görünmek, kişisel çıkarları korumak için bir maske. Asıl yüzsüzlük burada başlıyor: Barıştan yana olmayı gerektiren her durumda savaş çığırtkanlığı yapanlar, barış günü geldiğinde barış yanlısı görünerek toplumu kandırmaya çalışıyorlar.

Gerçek barış, sadece bir gün dile getirilip sonra unutulan bir şey değildir. Savaşın, nefretin ve düşmanlığın her türlüsüne karşı durmayı gerektirir. Sosyal medyada sabah akşam savaş çığırtkanlığı yapanlar, eğer gerçekten barış isteselerdi, bunu her zaman savunurlardı. Ama görünen o ki, barış günü söylemleri sadece bir gösteriden ibaret ve gerçek bir barış arzusu da yok. Eğer gerçekten barış isteniyorsa, bu ikiyüzlülüğü bırakmak ve her durumda savaşa karşı durmak gerekiyor.

Yusuf Boyraz

Merhaba dostlar, ben Yusuf Boyraz. Bugün sizlerle, hayatımın en karanlık dönemlerinden birini; 1300 gün boyunca askeri cezaevlerinde yaşadığım ağır işkenceleri ve zulme karşı başlattığımız direnişin destanını paylaşmak istiyorum. Siyasete adım attığım ilk günden itibaren sayısız zorlukla karşılaştım ve siyasi faaliyetlerim nedeniyle 8 yıl boyunca cezaevinde kaldım. Özgürlüğüme kavuşur kavuşmaz askere alındım, ancak siyasi geçmişim nedeniyle kendimi askeri bir cezaevinde buldum. Burada, tam 1300 gün süren bitmek bilmeyen bir işkence dönemi başladı. Askeri cezaevindeki her gün, bir öncekinin acı dolu bir tekrarıydı. İşkence, baskı ve psikolojik savaş; her an peşimizi bırakmayan karanlık bir gölge gibiydi. İşkence yöntemleri insanlık dışıydı, dayanma sınırlarımızı zorlayan bir vahşet sergileniyordu. Her gün 17 saat boyunca başımız eğik bir şekilde ayakta beklemeye zorlanıyorduk; en ufak bir hareket bile, acımasız bir işkence sebebi olabiliyordu. Yemek saatlerinde, yiyeceklerimize bile bakmamıza izin verilmiyor, gözlerimiz yukarıda, havaya bakarak yemek zorundaydık. Bu, yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda derin bir psikolojik işkenceydi. Gardiyanların acımasız tavırları ve insanlık dışı muameleleri, cezaevi yaşamımızın bir parçası olmuştu. Günde yalnızca bir dal sigara içme iznimiz vardı ve bu bile gardiyanın insafına kalmıştı. Bu küçük anlar, cehennem hayatımızdaki tek kaçış noktasıydı. Kapının altından sürüklenerek yapılan işkenceler, en derin yaralarımızı açan yöntemlerdendi; hissettiğimiz acıyı tarif etmek imkansızdı. Bu ağır koşullar altında sadece hayatta kalmak değil, aynı zamanda direnmek de zorundaydık. Cezaevinde birlikte olduğumuz arkadaşlarla, gizlice bir isyan planı yapmaya başladık. Bu, sadece işkencecilerimize değil, aynı zamanda zulme karşı insanlığın onurunu savunma adına bir başkaldırıydı. Aylarca süren hazırlıkların ardından isyanı başlattık. İsyan, cezaevi yönetimini ve askerleri şoke etti; birçok arkadaşımız bu süreçte ağır yaralandı. Ancak bu direniş, zalimlere karşı dimdik duruşumuzun bir göstergesiydi. 1300 gün sonunda, işkenceler ve baskılar sona erdiğinde, bedenim yaralarla doluydu ama ruhum, inancım ve umudum her zamankinden daha güçlüydü. Bu süreç bana, özgürlüğün değerini ve insanın en karanlık anlarda bile umut etmeyi bırakmaması gerektiğini öğretti. “1300 Gün” adlı kitabımda, yaşadığım bu zorlu süreci tüm detaylarıyla anlattım. Bu kitap, sadece benim değil, aynı zamanda zulme karşı direnen tüm cesur insanların hikayesidir. Hayatın ne kadar zorlayıcı olabileceğini ve bu zorluklara karşı nasıl direnebileceğimizi anlatan bir rehber niteliğindedir. Umarım bu hikaye, sizlere de güç verir ve karşılaştığınız zorluklar karşısında asla pes etmemeniz gerektiğini hatırlatır. Sosyal Medya ve İletişim: Daha fazla içerik ve güncel paylaşımlar için beni sosyal medya hesaplarımdan takip edebilir ve abone olabilirsiniz. Destekleriniz benim için çok değerli! Web Sitesi: www.ybyayinlari.com Facebook: ybyayinlaritv Facebook: 1300gun Instagram: ybyayinlari X (Twitter): ybyayinlari WhatsApp: +41 76 546 34 35 Kanalıma Abone Olmayı Unutmayın! Videoları beğenmeyi, yorum yapmayı ve kanalıma abone olmayı unutmayın. Zorluklar karşısında direnç gösteren herkesle bu hikayeyi paylaşmak için desteğiniz çok önemli. Yeni videolardan haberdar olmak için bildirim zilini açmayı unutmayın!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir