Blog

  • Home
  • Makaleler
cropped-Adsiz-tasarim-4-1.png
Avrupa’da yaşayan Aleviler ve Kürt Aleviler, tarih boyunca maruz kaldıkları zulümler ve katliamlarla derin yaralar almış bir topluluktur. Ancak günümüzde, bu toplulukların Türkiye’de yaşanan Maraş Katliamı, Çorum Katliamı ve Sivas Katliamı gibi trajik olaylarla ilgili yeterince eylemlilik göstermemesi, ciddi eleştirileri beraberinde getirmektedir. Bu yazıda, Avrupa’daki Alevi ve Kürt Alevi topluluklarının neden bu katliamlarla ilgili sessiz kaldıkları ele alınacak ve bu eylemsizliğin arkasındaki nedenler eleştirel bir bakış açısıyla analiz edilecektir.

Alevilik, İslam’ın mistik ve heterodoks bir mezhebi olarak kabul edilir. Alevilik, Şiilikten farklı olarak Sufi gelenekleri ve Batıni öğretilerle harmanlanmış, kendine özgü ritüel ve inanç sistemlerine sahiptir. Ancak Alevilik, tarih boyunca sürekli olarak baskılara ve zulümlere maruz kalmış, bu durum Alevi toplumunun kolektif hafızasında derin izler bırakmıştır.

Türkiye’de yaşanan Maraş Katliamı, Çorum Katliamı ve Sivas Katliamı gibi olaylar, Alevi toplumunun tarihindeki en karanlık sayfalardan bazılarıdır. Maraş Katliamı’nda yüzlerce Alevi vahşice katledilmiş, binlercesi yaralanmış ve evleri yakılmıştır. Bu olaylar, Türkiye’nin siyasi tarihinde derin izler bırakmış ve Alevi toplumunun kolektif hafızasında silinmez bir yer edinmiştir. Ancak, Avrupa’da yaşayan Alevi toplulukları, bu katliamlarla ilgili olarak yeterince eylemlilik göstermemekte, tarihsel acılarına sahip çıkmamakla suçlanmaktadır.

Türkiye’deki politik ve ekonomik koşullar, 20. yüzyılın ortalarından itibaren birçok Alevi ve Kürdü Avrupa’ya göçe zorlamıştır. Özellikle Almanya, Fransa, Hollanda ve İsviçre gibi ülkeler, büyük Alevi topluluklarına ev sahipliği yapmaktadır. Ancak, bu göç süreçlerinin ardından Avrupa’da kurulan Alevi toplulukları, Türkiye’deki katliamlar ve zulümlerle ilgili olarak yeterince eylemlilik göstermemektedir.

Avrupa’da yaşayan Alevi toplulukları, kendi kültürel ve dini kimliklerini korumak ve güçlendirmek amacıyla birçok dernek ve federasyon kurmuşlardır. Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu (AABF) ve Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu (AABK) gibi önemli organizasyonlar, bu dernekler arasında yer almaktadır. Ancak, bu dernekler, Alevi toplumunun ihtiyaçlarına tam olarak cevap verememekte ve toplumun tarihsel acılarına sahip çıkma konusunda yetersiz kalmaktadır. Alevi topluluklarının tarihsel acılarına kayıtsız kalması, bu toplulukların kimliklerine ve geçmişlerine yeterince sahip çıkmadıklarını göstermektedir.

Avrupa’daki Alevi nüfusu, genellikle işçi sınıfı ve göçmen kökenli olup, şehirlerin sanayi bölgelerinde yoğunlaşmıştır. Bu topluluklar, yeni bir ülkede yaşamaya adapte olmaya çalışırken, ekonomik ve sosyal sorunlarla mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Ancak, bu durum, Avrupa’daki Alevilerin Türkiye’deki olaylarla ilgili sessiz kalmalarını mazur göstermemelidir. Alevi topluluklarının tarihsel acılarına kayıtsız kalması, bu toplulukların kimliklerine ve geçmişlerine yeterince sahip çıkmadıklarını göstermektedir.

Son yıllarda, Avrupa’daki ve Türkiye’deki Alevi topluluklarının Kürtler tarafından büyük bir asimilasyona uğradığı iddiaları da gündeme gelmiştir. Bu asimilasyon süreci, Alevi kimliğinin ve kültürünün zayıflamasına ve Kürt kimliği içinde erimesine yol açmaktadır. Bu durum, Alevi topluluklarının kendi tarihsel acılarına sahip çıkmamalarına ve eylemsizliklerine katkıda bulunmaktadır. Aleviler, Kürtlerden menfaatlenirken, Kürtler de Alevilerden faydalanmaktadır. Kısaca, bütün örgütler ve kurumlar Aleviliği yok etmeye kararlıdır.

Genel olarak, Avrupa’daki Alevi ve Kürt Alevi toplumlarının, Maraş Katliamı ve diğer Alevi katliamları ile ilgili eylemlere katılmamalarının nedenleri çok yönlü ve karmaşıktır. Sosyo-politik, psikolojik, kültürel ve örgütsel faktörler bu durumu etkileyen başlıca unsurlardır. Ancak, bu durum, Alevi toplumunun tarihsel acılarına kayıtsız kalmasını haklı çıkarmaz. Alevi topluluklarının, geçmişte yaşadıkları acılara sahip çıkmaları ve bu acılarla ilgili olarak daha etkin bir şekilde hareket etmeleri gerekmektedir. Bu, hem toplumun kendi kimliğini ve tarihini koruması, hem de gelecek nesillere daha güçlü bir miras bırakması açısından büyük önem taşımaktadır.

Yusuf Boyraz

Merhaba dostlar, ben Yusuf Boyraz. Bugün sizlerle, hayatımın en karanlık dönemlerinden birini; 1300 gün boyunca askeri cezaevlerinde yaşadığım ağır işkenceleri ve zulme karşı başlattığımız direnişin destanını paylaşmak istiyorum. Siyasete adım attığım ilk günden itibaren sayısız zorlukla karşılaştım ve siyasi faaliyetlerim nedeniyle 8 yıl boyunca cezaevinde kaldım. Özgürlüğüme kavuşur kavuşmaz askere alındım, ancak siyasi geçmişim nedeniyle kendimi askeri bir cezaevinde buldum. Burada, tam 1300 gün süren bitmek bilmeyen bir işkence dönemi başladı. Askeri cezaevindeki her gün, bir öncekinin acı dolu bir tekrarıydı. İşkence, baskı ve psikolojik savaş; her an peşimizi bırakmayan karanlık bir gölge gibiydi. İşkence yöntemleri insanlık dışıydı, dayanma sınırlarımızı zorlayan bir vahşet sergileniyordu. Her gün 17 saat boyunca başımız eğik bir şekilde ayakta beklemeye zorlanıyorduk; en ufak bir hareket bile, acımasız bir işkence sebebi olabiliyordu. Yemek saatlerinde, yiyeceklerimize bile bakmamıza izin verilmiyor, gözlerimiz yukarıda, havaya bakarak yemek zorundaydık. Bu, yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda derin bir psikolojik işkenceydi. Gardiyanların acımasız tavırları ve insanlık dışı muameleleri, cezaevi yaşamımızın bir parçası olmuştu. Günde yalnızca bir dal sigara içme iznimiz vardı ve bu bile gardiyanın insafına kalmıştı. Bu küçük anlar, cehennem hayatımızdaki tek kaçış noktasıydı. Kapının altından sürüklenerek yapılan işkenceler, en derin yaralarımızı açan yöntemlerdendi; hissettiğimiz acıyı tarif etmek imkansızdı. Bu ağır koşullar altında sadece hayatta kalmak değil, aynı zamanda direnmek de zorundaydık. Cezaevinde birlikte olduğumuz arkadaşlarla, gizlice bir isyan planı yapmaya başladık. Bu, sadece işkencecilerimize değil, aynı zamanda zulme karşı insanlığın onurunu savunma adına bir başkaldırıydı. Aylarca süren hazırlıkların ardından isyanı başlattık. İsyan, cezaevi yönetimini ve askerleri şoke etti; birçok arkadaşımız bu süreçte ağır yaralandı. Ancak bu direniş, zalimlere karşı dimdik duruşumuzun bir göstergesiydi. 1300 gün sonunda, işkenceler ve baskılar sona erdiğinde, bedenim yaralarla doluydu ama ruhum, inancım ve umudum her zamankinden daha güçlüydü. Bu süreç bana, özgürlüğün değerini ve insanın en karanlık anlarda bile umut etmeyi bırakmaması gerektiğini öğretti. “1300 Gün” adlı kitabımda, yaşadığım bu zorlu süreci tüm detaylarıyla anlattım. Bu kitap, sadece benim değil, aynı zamanda zulme karşı direnen tüm cesur insanların hikayesidir. Hayatın ne kadar zorlayıcı olabileceğini ve bu zorluklara karşı nasıl direnebileceğimizi anlatan bir rehber niteliğindedir. Umarım bu hikaye, sizlere de güç verir ve karşılaştığınız zorluklar karşısında asla pes etmemeniz gerektiğini hatırlatır. Sosyal Medya ve İletişim: Daha fazla içerik ve güncel paylaşımlar için beni sosyal medya hesaplarımdan takip edebilir ve abone olabilirsiniz. Destekleriniz benim için çok değerli! Web Sitesi: www.ybyayinlari.com Facebook: ybyayinlaritv Facebook: 1300gun Instagram: ybyayinlari X (Twitter): ybyayinlari WhatsApp: +41 76 546 34 35 Kanalıma Abone Olmayı Unutmayın! Videoları beğenmeyi, yorum yapmayı ve kanalıma abone olmayı unutmayın. Zorluklar karşısında direnç gösteren herkesle bu hikayeyi paylaşmak için desteğiniz çok önemli. Yeni videolardan haberdar olmak için bildirim zilini açmayı unutmayın!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir